Doğruluk ve iyilik örtüsüyle süslenmiş tahtların üstünde oturan zalimlerin yıkıldığı, altından akan necaset nehirlerinin kuruduğu gün; en güzel elbiselerimizi giyecek, sevdiklerimiz, sevgililerimizle güneşin doğuşunu karşılayacağız.
Adaletin her cephesinde bizler için savaşan bedel ödemiş yoldaşları ehemmiyetle belleklerimizden çıkarmayacak şükranlar duyarak anacağız. Descartes'in "Düşünüyorum, öyleyse varım" sözüyle kavranan gerçekleri görünen gerçeklerden daha gerçek olarak zihinsel aritmetiğinizle değerlendirmelisiniz. Tanrı'laştırılan siyaset adamlarının ağızlarından dökülen her cümleyi kutsaliyet formunda en gerçek sayarak beyninde araştırmaya yer olmadığına dair koca bir boşluk yaratıyorsunuz. Tam da bu noktada Socrates şöyle diyor; "Benim tek bildiğim, bir şey bilmediğimi bilmektir."
Yani bildiğin her şeyden şüphe etmelisin. Kimseye kesin olarak inanmamalı araştırmalısın.
Yönetimler işine geldiği gibi kanunları koyar, işine gelmediklerine kanuna aykırı derler. Yönetenin işine gelen doğruluk doğruluk değildir. Ülkemizde doğruluğun ölçütü güçlünün işine yarayıp yaramadığına bakılarak değerlendirilir. Hakîm siyasetçi, zengin varlıklı ayrıcalıklarla donatılmış, kanun ve kurallardan muaftır. İşte görüyorsunuz, işitiyorsunuz. Gündemi sarsan kanun dışı onlara göre kanun içi olaylarda hiç kimse hesap vermiş midir? Acaba diyerek sorgulayanın tepesine binildiği, hatta sorgulamanın suç unsuru yapılarak korku dağlarının yaratıldığı şeytanları bile şaşırtan bir düzeni izliyoruz. Bir nevi izleyenin hesap verdiği düzeni salyalarında boğacak olan yine izleyenlerdir.
İçi Boş İdeolojik Propagandalar
Türkiye'de ortaya konulmuş bütün argümanlar politik malzeme olarak kullanılmaktadır. Ve her seferinde bu yalanın içini dolduracak kitleler kolayca bulunmaktadır. Siyasî hümanizm dalga dalga kitleleri illüzyon altında tutabiliyor. Benim gibi inanmayanlar, sorgulama yetisiyle cevap verenler tekere çomak soktuğu için bütün kulvarlardan dışlanıyor. Her yerden kovuluyoruz. Kendi çevremizden oluyor, küskünlükler ve kişilik öldürme seanslarında bertaraf ediliyoruz. Kim ne derse desin kimseyi memnun etmek için dil sürçmesi bile yapamayız. Sosyolojik olarak muhafazakar kitlelerin ağırlıkta olduğu bir coğrafyada yaşadığımızdan ötürü haliyle din kullananın elinde en güçlü bir silah olmuş oluyor. Bu silaha karşı gelmenin cezası o kadar büyük ki vatan hainliğine kadar varmaktadır. Milliyetçilik desen politik söylemlerden ileri taşınır bir hali yok. Topluma bir mit olarak sunuluyor toplum algısında ise gerçekleşmesi muhtemel olarak savunma içgüdüsü doğuruyor. Bu sefer karşı bir kelimeyle tezahür etsek olumsuz ithamlar üstümüze yağıyor. Böyle bir toplumu yaratanlar elbette ki bundan kazanç sağlıyor ve besleniyor.
Artık bu ülkede acılar büyüdü, gözyaşları sel, feryatlar figan oldu. Bu yoksulluk bu içi boş tencere ah, zalihlerin tahtları haramla doldu.
Yeter artık…