İsrail'le Lübnan arasında uluslararası hegemonik erklerin baskısıyla varılan ateşkes anlaşmasının hemen akabinde Suriye'deki vekalet savaşları kaldığı yerden tekrar start aldı.

"Rüzgarsız havada dönen fırıldağın bir üfleyeni vardır" klişesi zihnimizi kurcalıyor, kurcalamalıdır.

Heyet Tahrir eş Şam ya da HTŞ ismiyle mahut yapı çekirdeğini Özbek, Uygur, Tacik ve Çeçen uyruklu gençlerin oluşturduğu selefi ve seferi maceraperest bir terör örgütüdür.

"Terör örgütü" tanılaması bana ait değil. Türkiye Cumhuriyeti bu yapıyı 31 Ağustos 2018 yılında uluslararası terör örgütleri listesine ekledi ve onayladı.

Özgür Suriye Ordusu ya da yeni ismiyle Suriye Milli Ordusu ise ABD ve Türkiye'nin inisiyatifiyle kurulmuş, eğitilmiş ve donatılmış askeri muhaliflerden müteşekkildir.

Geçen hafta başlayan sürpriz askeri hareketlilik bu iki paramiliter yapının eşgüdümünde hayata geçirilmiştir.

Suriye Milli Ordusu ve bağlı birimler Tel Rıfat'ı PYD/YPG'nin zulmünden, işgalinden kurtararak Fırat'ın doğusundaki mıntıka temizliğine katkıda bulunmuşlar, bölgeden Suriye'de bulunan askeri birliklerimize yapılan hain eylemlerin kaynağını kurutmuşlardır. Artık hedef Menbiç'tir.

Mezkur operasyonun Türkiye'nin geleneksel Kürt politikasındaki paradigma değişimini engellemeye, geciktirmeye ve ya güncellemeye mani olup olmayacağını şimdilik bilmiyoruz. Bildiğimiz gerek DEM'in gerekse terörist başının Sayın Bahçeli'nin başlattığı tasfiye sürecine katkı sağlama iradesinden uzaklaşacaklarıdır.

HTŞ'nin rejimin elindeki Halep'i işgali ve çevre yerleşimlere doğru ilerleyişi ise ne ülkemizin, ne bölgemizin ne de İslam aleminin hayrına yorumlanamaz, kabul edilemez.

Bu tür mezhep temelli paramiliter terör yapılarının Irak'ta, Afganistan'da, Lübnan'da ve Filistin'de küresel emperyalizme meşru müdahale konforu sağlayan konumlarını, hedeflerini tanıyoruz, biliyoruz. El Kaide'nin, IŞID'in, Hizbullah'ın, Hamas'ın, El Nusra'nın Müslüman âlemine kan, zulüm ve gözyaşı dışında katkıları görülmemiş, ölçülmemiştir.

Yine Suriye'de ve Irak'ta devlet hâkimiyetinde bulunan coğrafi alanları işgal edip Kürtlere terk ve teslim ettiklerini de unutmadık.

HTŞ adı verilen bu kuru ve gri çeteler topluluğunun yarın işgal ettikleri alanları terk edecekleri herkesçe malum. Merak edilen kime terk edecekleridir.

İran, Rusya ve Hizbullah'ın uluslararası konjonktürden kaynaklı zaaf ve meşguliyetlerini fırsata çevirme kurnazlığının kısa vadeli olacağı muhakkaktır.

Gerek bölgeden ülkemize yeni sığınmacı potansiyeli yaratması gerekse Türkiye'nin Beşar Esed'le sağlamaya çalıştığı diyalog çabalarını zorlaştırması bakımından başımızı ağrıtacak kargaşayı aklıselim bir olgunlukla değerlendirmek, yönetmek zorundayız.

Basınımızın büyük bölümü tarafından neredeyse zafer havasında neşredilen Halep'in işgali ve Türk Bayrağı'nın göndere çekilmesi vakası hem üzücü hem düşündürücü bir irrasyonel tepkidir.

Terör örgütü olarak ilan ettiğimiz bu sözde cihatçı özde menfaatçi güruhun Halep'in surlarına astığı bayrağımızı yarın hangi kirli ellerin indireceği, yırtacağı, çiğneyeceği ya da yakacağı belli değildir. Ay yıldızlı gururumuza, kutsalımıza yapılacak yukarıda bahsi geçen hakaretleri ekranlardan ve ya sosyal medyadan seyretmenin çaresizliğine maruz kalmayız inşallah.

Suriye'de çok kan akacak, çok can yanacaktır. Gidişat ülkemizin ve milletimizin hayrına görünmüyor. Halep ordaysa arşın bizde olmalıdır, kalmalıdır...